Aslında aylardır yaşadığım şey: bu kadar şeyin neresinden başlamalıyım? Sorusuna cevap verememek. Anlatmadıkça biriktirdiğimi, biriktirdikçe kirlendiğimi hissettiğim için bugün üzerimdeki ölü toprağını atmaya karar verdim. Zihnimde aktarmak istediğim binlerce şey olduğu için sakin ilerlemeye çabalayacağım. İsteğim kendi üzerimdeki miskin ruhu ayağa kaldırırken sizinkine de hadi kalk diyebilmek. Yeni öğrendiğim ve kendimle bir hesaplaşma yoluna gittiğim bir konu var: OYUNU BAŞLAT! Bu aslında ağzımızdan çıkan her şeyin ‘dua’ olması konusu. Asla dediğimiz, imkansız dediğimiz, kesin dediğimiz… büyük büyük cümlelerin bizim dünya sınavımızda bir oyunu başlattığını kavradığım bir evredeyim. Yani ‘Ben evlenince asla kilo almam ve hep bakımlı olurum.’ de ve obeziteye ‘merhaba’ de. ‘Asla’larımızın kıdemli askeri olmaya attığımız imza gibi. Söz büyüdür derler ya; beynimde bu konuda aydınlanan bir bölüm oldu son zamanlarda.
Yusuf Has Hacip, Kudatgu Bilig’de ‘ Geçicidir dünya kalımlı değil; sen yitip gitmeyecek bir iyilik yap!’ diyor ya hani. Bugün hepimize bir teklifim var:
- Ayağımızdaki pranga ne? Bizim ayağa kalkmamızı engelleyen o şey ne? Aile, arkadaşlar, iş, beslenme düzeni, sosyal medya, yaşadığımız ev… ya da bunların hepsi mi? Bulduğumuz anahtarla ilk kilitleri açmaya başlayalım. Bizim koşmamız lazım özgürce kırlarda değil belki ama içimizdeki engin vadilerde boğazımıza bir yumru oturmadan koşmamız lazım.
- İçinize döndüğünüzde (belki çok içerilere girmemiz gerekebilir) neyi büyük konuşmuş olabiliriz? Buna sahip olursam her şeyimi feda ederim dediğimiz şey neydi? Ben şu olmadan yaşayamam dediğimiz şey neydi? O benim her şeyim dediğiniz daha sonra hiçbir şeyiniz olan kişi kimdi? İlk taşı hangi kuyuya attınız? Bebeğiniz deli gibi ağlarken bir daha çocuk mu tövbeler olsun dediniz mi? Oyunu nasıl başlattığınızı bulun lütfen. Sonra da pişmanlığınızı kalpten gelen bir özür ile dile getirin.
- Kendinizi en son ne zaman kimin yanında işe yarar hissettiniz? Değerli ve gerekli hissettiğiniz o an ne kadar uzakta? Yakınlarda ve sık sık mı başınıza geliyor? Yoksa hatırlayamayacağınız kadar geçmişte ve çok mu nadir? Peki kendinize bunu neden yaptınız? Işığınızın söndüğünü fark ettiniz mi? Fark ettiyseniz neden sustunuz? Neden kendinize dışarıdan müdahale edilmesini beklediniz? Peki o müdahale geldi mi? 10 sene önceki kendinize bir mektup yazsanız; şunları yap, bunları yapma, bunlarla yola çıkma, şunları duyma… diyeceğiniz şeyler neler? Siz bu kadar ışıksızken çevrenizi, size ihtiyaç duyanları aydınlatabilmeniz mümkün mü?
- Hayat hedefiniz dünyaya geldiğiniz andan itibaren neydi? Aynı eksende mi kaldı? Yani en büyük hayalim evlenmek! Çocuklarımın olması! İyi bir anne-baba olmak… Peki bu iyi anne baba olmanın ilk şartının iyi eğitim almış, kendini duygusal ve ahlaksal olarak iyi yetiştirmiş birey olmaktan geçtiğinin farkında mıyız? Çoğalmak bir insanın hedefi olmamalı. Kendinden başlayarak; doğaya, insana, ilime ve bilime katkı sağlamak olmalı hedef. Evlenerek kendimizi gerçekleştirmiş olmuyoruz, çoğalarak da. Dünyaya gelmesine vesile olduğumuz evlada iyi bir anne baba olduğumuzda ve bunun doğru seçimini yaptığımızda sadece olması gerekeni yapmış oluyoruz. Kendinizi ya da çevrenizde panikle evlenenleri bu eksende değerlendirmenizi rica ediyorum.
- Hassas noktalarınızın farkında mısınız? Güçlü müsünüz yoksa güçlü görünmek için kendinizi mi parçalıyorsunuz? Kalbinizi paramparça eden kelimeler var mı? Asla gerçekleşmeyen beklentileriniz ne alemde? Ne zaman beklemeyi bırakacaksınız? Başkalarının onayını almak için gözlerinin içine bakmayı, sessizce fark edilmeyi beklemeyi ne zaman bırakacaksınız? Yaşadığımız devrin, yorulunca kendimize yaslanmamız gereken devir olduğunu unutuyoruz. Keşke unutmasak da bu hayal kırıklıkları yaşanmasa. Demiş ya İmam-ı Şafi ‘ İnsanlar için gözünü feda etsen; zaten kördü derler. İnsanlar için aklını feda etsen; zaten deliydi derler.’ ne zaman çıkacağız bu çıkmaz olduğunu bildiğimiz yoldan?
Maddeleri o kadar çok çoğaltabilirim ki ama her kapıyı çalana gir içeri demek istemiyorum. Yavaş yavaş gidelim ki hızlı gidip yalan olmayalım. Bulacağız o çıkış yolunu önümüzü görecek şekilde hareket edersek. Geçmişteki pişmanlıkların lanetinden; onları kabul edip, özrümüzü dileyip oyundan çıkmalıyız. Sonuna kadar gitmeliyiz, yolun sonundaki çıkışa kadar. Yoldaki engeller ya da ödül görünümlü cezalar bizi alıkoymamalı. Her gün gelecekteki güzel günlere, gün sayacağız. O zaman geldiğinde hatalardan ya da pişmanlıklardan dersler çıkartarak geçmişe takılı kalmadan yolumuza bakacağız. Şimdi vakit başlattığımız oyunu fark etme ve bitirme vakti. Belki dipte daha da dipte başlayacak ama bir gün illa zirvede bitecek olan yola çıkın. Yola çıkalım…