Bir canlının gen diziliminin bir bölümünün başka bir canlıdan alınan genler ile genetik mühendisliği vasıtasıyla değiştirilmesi sonucu elde edilen yeni türlere “Genetiği Değişitirilmiş Organizma” ya da kısaca ‘GDO’ deniyor. Bir canlıdan başka bir canlıya gen aktarımı genlerin kesilip vektör adı verilen virüsler ile başka canlının genlerinin deyim yerindeyse yapıştırılması vasıtası ile gerçekleşiyor.
İşin ilginç yanı ise genlerin hangi canlıdan hangi canlıya yapılacağı konusunda sınır tanınmıyor olması. İki bitki arasında gen aktarımı yapılabildiği gibi bir hayvanın genlerini de bitkilere aktarabiliyorlar.
Transgenik Teknoloji
Yediğimiz yiyeceklerin ya da çiftlik hayvanlarının genleri ile oynanmasını sağlayan teknolojiye transgenik teknoloji bu vasıtayla üretilen ürünlere de transgenik ürünler deniyor. Transgenik teknoloji ile bir canlıya kendi türü haricindeki tamamen alakasız bir türden genler aktarılarak belli özellikleri değiştirilmeye çalışılıyor.
Bu teknoloji ile yapılanlar sadece ürettiğimiz tarım ürünleri ile sınırlı değil tabii ki. Laboratuvar ortamında hazırlanan ölümcül virüsler, bakteriler, marketlerden aldığımız tavukların büyük bölümü de transgenik teknolojinin ürünü.
Neden insanoğlunun böyle bir yola giriştiğini sorgulamaya başlamadan önce bitkilerin ıslahı için kullanılan diğer yöntemlerden de kısaca bahsedeyim.
Hibrit Tohumlar
Hibrit nedir? Günümüzde hem içten yanmalı motora hem elektrikli motora sahip arabalar için kullandığımız ve buradan aşina olduğumuz bir sözcük. Elektrikli motorların özellikleri ile içten yanmalı motorların özellikleri farklıdır ama bu iki farklı motor türünü tek bir araç içinde topladığımızda buna hibrit adını veriyoruz.
Yine çok aşina olduğumuz örneği “katırlardır”. Kendi türü içinde üreyebilen atlar ile yine kendi türü içinde üreyebilen eşekler çiftleştirilerek üreyemeyen katır meydana getirilir.
Hibrit tohumlar da aynı türden olmayan bitkilerin çeşitli özelliklerini yeni bitkiye taşıyabilmek için laboratuvar ortamında ya da kontrol altındaki seralarda çaprazlanmasıyla elde edilen tohumlardır ve aynı katırlarda olduğu gibi hibrit tohumlardan gelişen bitkiler de üreyemezler, tek kullanımlıktırlar. Burası önemli çünkü insanoğlu tarım devrimini gerçekleştirip buğdayı evcilleştirdiğinden beri kendi buğdayını eker, mahsulden bir miktarı seneye kullanmak üzere tohumluk olarak ayırır ve bu döngü bu şekilde ilerler. Hibrit tohum kullanıldığında ise mahsulü alan çiftçinin elinde sadece ürünü vardır. Seneye ürün alabilmek için ise yine tohum üreticisine para ödemek zorunda kalacaktır.
Bu detay çok önemli çünkü doğal döngünün kırılmasına, üretimin çiftçinin elinden alınıp sermaye sahiplerinin (tohum satan şirketlerden bahsediyorum) eline geçmesine, çiftçinin gittikçe daha az kar edip yoksullaşmasına ve hatta çiftçiliği bırakıp şehirlere göçmesine sebep olan bir adım.
Her ne kadar hibrit tohumlar GDO’dan farklı ve masum gösterilmeye çalışılsa da durum aynıdır. Genlere doğal olmayan bir müdahale söz konusudur.
GDO hakkında anlatacak çok fazla şey olduğundan dolayı hibrit tohumlar hakkındaki bahsi burada bitirmek ve daha detaylı bilgi için “Hibrit Tohum Nedir?” konulu bu yazıyı yönlendirmek istiyorum. Gayet detaylı ve anlaşılır anlatılmış.
Bitki ıslahı için eskiden beri kullanılan bir yöntem daha var. Aslında kırsalda yaşayan ya bahçesinde meyve ağaçları olan pek çok insanın tatbik ettiği bir yöntem:
Aşılama
Verimsiz bir türün aynı türden olmak kaydıyla tohumsuz olarak daha verimli bir türe dönüştürülmesi işlemi. Verimli türden alınan bir “göz” ün yani dal parçasının aynı türden anaç adı verilen başka bir ağaca yerleştirilmesi işlemidir. Aşılama hakkında daha detaylı bilgi için wiki sayfasına göz atabilirsiniz.
GDO ve hibrit tohumlardan farklı olarak aşılamada anaç bitki ile aşılanan bitki arasında doku uyumu gereklidir. Anaç bitki uyumlu olursa aşıyı kabul eder ya da değilse reddeder. Hibrit tohumlar da ise böyle durum söz konusu değildir.
Aşılamaya benzetilerek masum gösterilmeye ya da bilgi kirliliği oluşturulmaya çalışılsa da aşılama ile hibrit tohumlar arasında doku uyumu gibi doğal işleyen bir sürecin var olması gibi önemli bir fark söz konusu.
Doğal Süreçler Sonucunda Genlerin Değişmesi
“Neden GDO?” sorusuna yanıt aramadan önce küçük bir konudan daha bahsetmek istiyorum. Canlılar doğal süreçler gereği de yüzyıllar içerisinde gen dizilimlerini değiştirmişlerdir ancak bu değişim yüzyıllar içinde ve doğal olarak gerçekleşmiştir. Örneğin üzerinde genetik mühendisliği çalışmaları yapılan buğday Amerika’ya Doğu Anadolu’dan giden kavılca buğdayıdır. Kavılca soğuk iklim şartlarında türünün devamlılığını sağlamak için sert soğuklara dayanabilmek için üzerine palto misali yeni katmanlar örmüştür ve her yeni nesilde bu katmanlar bir sonraki nesle belki yeni katmanlar eklenerek taşınmıştır. Ancak bu buğdayın yaşadığı coğrafyanın soğuk iklim koşullarına adapte olma çabasıdır ve yüzyıllar içerisinde nesilden nesile aktarılan genetik miras vasıtası ile gerçekleşmiştir.
İtiraz ettiğim ve zararlarını açıklamaya çalışacağım GDO ise çok daha büyük değişiklikleri bir anda gerçekleştirmektir. Bir anda gerçekleşen bu değişime ise ise diğer canlıların aynı hızda adapte olmasının imkanı yoktur. Bu da GDO’lu ürünlerin tüketildiği ülkelerdeki kanser vakalarının ya da kısırlık oranlarının bu kadar artmasının sorumlusu olamaz mı?
Olup olmadığını veriler ve araştırmalar ışığında açıklamaya çalışacağım.
Neden GDO?
“Neden GDO üretmeye çalışıyorsnuz?” diye sorduğunuzda artan dünya nüfusuna yetecek kadar üretim yapılamayacak ya da yapılamıyor cevabını alırsınız. Zaten dünyanın sahibi olmaya hedefleyen güruhun her amacını çok masum gösterecek sebepleri her zaman vardır ve sadece o sebeplerin konuşulması için sınırsız miktarda harcama yapmaktan çekinmezler.
Bu güruhun kimler olduğundan bahsedeceğim. Şimdilik iddialarım içi dolu olmayan komplo teorileri gibi görünüyor olabilir. Lütfen sabredin. İlk olarak “Artan nüfusa yetecek kadar üretim yapılamıyor, dünyada açlık var. Dünyadaki açlığa son vermeliyiz” deyip sanki GDO’lu ürünlerin dünyadaki açlığı bitirecekmiş gibi lanse edilmesini rakamlar ile çürütelim.
Bu bağlantıdan 2018 yılında ülkelere göre üretilen mısır miktarına ulaşabilirsiniz. Bu GDO’lu ya da GDO’suz toplam üretilen mısır miktarını gösteriyor. Sadece Amerika’da üretilen mısır miktarı 366 milyon ton. Bu rakamı 2018 yılındaki dünya nüfusu olan 7.5 milyara bölersek kişi başına düşen yıllık mısır miktarı 49 kilo yapıyor. Bu sadece ABD’nin ürettiği mısırı dünyadaki her bir tabağa eşit dağıttığımızda kişi başına düşen miktar.
Biz mısırın bolca yetiştiği bir ülkede yaşayan ve mısırı çok seven bir aile olarak kişi başına tükettiğimiz miktar bunun çok çok altında.
Sadece mısır ve çok basit iki veri üzerinden bu çıkarımı yapabiliyorsak sorgulanacak şeyler var diye düşünüyorum.
Dünyada açlığın olmasının sebebi yeterince tarım ürünü üretilemiyor olması değil üretilenin her tabağa eşit olarak dağılmıyor olması. Bu da zaten dünyadaki açlıktan bahsedenlerin zerre kadar umurunda değil. “Notre Dame” için 2 günde milyar dolara yakın para toplanan dünyada açlık ve sefalet birazcık umursanıyor olsaydı bu miktar para ile içme suyuna erişemeyen insanlar için binlerce ( tam olarak 200bin civarı ) temiz su kuyusu açılabildiğini hatırlatmak istiyorum.
Amaç açlığı bitirmek değil!
Amaç açlığı bitirmek değil. Hiç bir da zaman olmadı. Bu sadece yeni tarım modelini kabul ettirmek için uydurulmuş bir kılıf. Irak’a özgürlüğü getirme kılıfına çok benzer. Irak şu anda ne kadar özgürse, dünyadaki aç insanları da o kadar düşünüyorlar.
Obamda da dahil olmak üzere pek çok ABD başkanının yanında farklı pozisyonlarda görev alanı bir isim: Henry Alfred Kissenger.
Bu ismin 1974 yılında Başkan Ford’a sunduğu ‘Ulusal Güvenlik Çalışma Muhtırası ( National Security Study Memorandum )’ adlı 123 sayfalık raporunda geçen aşağıdaki cümleler amacın açlığı gidermek olmadığını çok net gösteriyor:
“Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir.”
Niyeti anlamak için bu yetmediyse ABD Tarım Bakanı Earl Lauer Butz’un 1974 yılında Dünya Tarım Konferasında söylediklerine kulak kabartalım:
“Gıda pazarlık masasındaki en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntemdir.”
Burada geçen “İnsanları gıdaya bağımlı hale getirmek” vurgusu da çok önemli. GDO ile yapılmak istenen tam olarak budur. Nasıl mı?
Canlıların Patentlenmesi
GDO üretildikten sonra yapılan ilk şey tabii ki patentlenmesi olmuştur. Zaten başlıca amaç budur. Başlangıçta patent bürosu canlı yaşam formları patentlenemez diye reddeder ancak sonucun ne olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Tohumların patentlenmesi ne anlama geliyor?
Tohumların patentlenmesi patent sahibi şirketin tohumun mülkiyetini eline alması anlamına geliyor. Bu da onların izni olmadan ekemeyeceğiniz, onların sattığı kadar ekebileceğiniz ya da devletlere uygulattıkları yaptırımlar ile onların patentli tohumlarını ekmediğiniz takdirde devletin çiftçiye sağladığı desteklerden faydalanamayacağınız ve ucuz mazot alamayacağınız anlamına geliyor.
Hangi devletlerden mi bahsediyorum?
İçlerinde Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerden.
Amacın açlığa son vermek falan olmadığını zaten biliyoruz da bu kadarını da bekliyor musunuz? Açıkçası beni şaşırtmıyor. İnsanın en temel ihtiyaçları barınma, güvenlik ve karnını doyurmak. Bunlar sağlandıktan sonra da neslini devam ettirmek değil mi? Kontrol altında tutmak istedikleri şey işte tam olarak bu. İnsanların en temel ihtiyaçlarına sahip olarak tüm insanlığı kontrol altında tutmak.
Biliyorum kulağa tam bir komplo teorisi gibi geliyor. Biliyorum okuyacağını sanmam ama bunu duyduğu zaman içten içe gülüp ciddiye dahi almayacak olan ve bilimin, bilimsel gelişmenin karşısında olduğum yaftasını yapıştıracak olanlar var. Ancak karşısında olduğum şey kesinlikle bilimsel gelişme ya da genetik mühendisliği değil, bilimin kötülük için kullanılması.
Kanser araştırmalarında kullanılmak üzere gen haritasının çıkarılmasına ya da tedavi yöntemleri geliştirmek için yapılan genetik çalışmalarına kimsenin bir lafı yok.
GDO meselesi çok farklı tartışma konularına sebep oldu ülkemizde. Solcu kesimlerden GDO’ya karşı çıkıldığı için sırf siyasi görüşünden dolayı fikrin karşısında duruldu. Ama bu mesele siyasi bir mesele olmanın çok ötesinde. En temel ihtiyaçlarımız tehdit altında. Milli varlığımız tehdit edildiğinde bu ülkenin nasıl bir bütün olduğunu defalarca gösterdik cihana. Ben GDO meselesine de bu şekilde bakıyorum ve çok acil net tavır ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum.
GDO bulunduran ürünlerin etiketlenmesi
Örneğin sigaraların hepsinin üzerinde mide bulandırıcı resimler eşliğinde kanser yapıcı olduğuna dair etiketler varken neden GDO kullanılan ürünlerin üzerinde küçük de olsa bir etiket yok? Tüketicinin bunu bilmeye hakkı yok mu? Yoksa GDO’lu olduğunu bildiğimiz ürünleri tüketmeyeceğimizden mi korkuyorlar? Madem iddia edilen faydaları var o zaman etiketlemekte de bir sakınca olmasa gerek.
Paketlenmiş gıda ürünlerinin arkasında “domuz ürünleri içermez” ibaresi yer aldığı gibi GDO içermez ibaresi de eklenilebilir.
Bitirmeden önce Araf suresi 160. ayete dikkat çekmek istiyorum:
“Biz onları on iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.”
Araf 160
“Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” diyor. GDO’lu ürünler acaba ayette geçen iyi ve temiz sıfatını hak ediyor mu?
GDO ile ilgili gerçekleri sorgulamamıza ve bu konuda ülkemizde adımlar atılmasına vesile olması dileğiyle.
Sağlıcakla kalın.