Biraz evvel kır papatyaları dolu bir tarladan geçtim. Bilirsiniz bazı kokularla eşleşmiş hatırlarımız vardır ve yine bilirsiniz ki koku hafızası en güçlü hafızadır. Maalesef bu mis gibi papatya kokusu beni güzel bir anıya götürmedi. Tam tersine çocukluğumun en travmatik olaylarından birini çıkarttı karşıma. Ben de bu konuda bir kaç kelam etmek için aldım kalemi elime.
Olay şu; papatya kokularıyla uyandığım ve çok mutlu olduğum bir sabah okul servisini beklerken yanıma gelen arkadaşım ve annesiyle sohbet ediyorduk. Arkadaşımın annesinin ağzından “Seni ikiye bölsek iki tane Tuğba çıkar.” Sözü çıktı. On bir yaşında bir çocuğun kalbi en çok ne kadar acırsa o kadar acıdı kalbim. Belli etmemeye çalışıyor ama için için ağlıyordum. Sonra o gün okul berbat geçti. Eve geldiğimde elime bir bıçak aldım ve göbeğimi kesmek istedim. Tam o sırada annemin sesini duydum, korkup bıçağı sakladım. Şimdi düşünüyordum da benimle ne ilk dalga geçişti bu ne son ama kalbimi en çok kırandı. Ben o gün kendimi kesebilir, ölebilirdim. En kötüsü o kadının benim katilim olduğundan haberi bile olmazdı. Etrafımdaki herkesin çocukluğunda ya da gençliğinde böyle travmatik bir anısı var. Peki neden var?
İnsanlar neden bu kadar acımasız? Hele de çocuklar. Özellikle ilk ve ortaokuldaki günümüz nesli o kadar acımasız ki. Karşındakinin kalbi kırılır mı diye düşünmeyi şöyle bırakın kasten kırmak, üzmek, küçük düşürmek için çabalıyorlar. Özellikle birbirlerinin fiziksel özellikleri ile o kadar dalga geçiyorlar ki… Bu yaş çocukların büyük bir oranında kendine güvensizlik had safhada. Elbette bunda ekranlardan ve çevreden dayatılan ideal kalıpların etkisi çok büyük. Üstelik bu sosyal baskı sadece fiziksel değil kişisel gelişimimiz üzerinde de çok etkili. Kendine güvenmeyen, sürekli kendini kusurlu ve eksik gören ya da eksikleri kusurlarını örtmek için vahşileşen, başkalarına fiziksel ya da psikolojik baskı kuran bireyler haline dönüşüyoruz. Ben hala fiziksel olarak kendime güvenmiyorum. Hayatım diyetlerle ve kendimi saklamakla geçti. Peki bunun bir çözümü var mı? Bence var ama uzun vadeli bir yatırımla.
Zaten hatalı yetişmiş bireyleri değiştirmeye çalışmak yine bize zarar veriyor. Kişilerin kendilerinin farkına varması ve değişimi istemesi şart. Bizim elimizde olan yetiştireceğimiz nesle güzel bir ahlak ile örnek olmak. Çocuklarımızın yanında eleştirilerimize, kelime seçimlerimize ve davranışlarımıza dikkat etmek. Kendimiz sevmeliyiz. Nasıl olursak olalım, kendimize saygı duymalıyız. Kendimize saygı duymazsak bir başkası bize saygı göstermez. Bizim çocuklarımız insanları; şişman, zayıf, gözlüklü, çirkin, güzel, zengin, fakir, geveze, sessiz diye değil; iyi ve kötü diye ayırmalı yani olması gerektiği gibi.
Evet bir papatya kokusu götürdü beni yıllar öncesine, bir papatya kokusu söyletti tüm bunları. Bugün bir papatya kokusu ile yeniden anladım nasıl doğru örnek olurum yavruma. Eminim taşıdım sizi geçmişte kalbinizi kıran o sözlere ve davranışlara ve umarım siz de karar almışsınızdır benimle birlikte kalbi iyi, vicdanı iyi, ahlakı iyi nesiller yetiştirmeye…
Bir insan dış görünüş ile yargılanınca, neler hisseder kimse bunu bilmiyor. Bizzat kendim buna benzer çok olay yaşadım. Gerek hayvanlara benzetildim gerek se kaba büyük eşyalara. Ama ne olursa olsun kimseyi dış görünüşü ile yargılamadım. Kardeşime de hep bunun dersini verdim. Ne hisseder düşün dedim. Belki sende ilerde o duruma düşersin, seninle de dalga geçilir sessizce bakar geçersin, ama sen o dalga geçenlerden olma dedim. Sevgi hepsinden önemli ama. Birisini incitmeden kibarca, üzmeden, her şeyi dile getirebiliriz. Kırmadan yapabiliriz. Bizden sonraki nesillere daha anlayışlı kardeşler bırakabiliriz.
Hani bakmak ve görmek diye bir şey var ya önemli olan görmek de değil aslında önemli olan karşındakinin gözünden görebilmek ama bu büyük bir olgunluk seviyesi. Görüyorum ki siz erken yaşta olgunlaşmış ve cumlelerinizden anladığım kadarıyla kendinizi de çok güzel geliştirmişsiniz. Bu örnek kişiliğinizin etrafınızdaki herkese örnek olması ümidiyle…