Kıssayı hepimiz biliriz. Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı zamanları Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. Halk refah içerisinde yaşamaktadır fakat padişahın aklı hep atidedir. Bu düzen bir gün bozulur mu korkusu onu yiyip bitirmektedir. Sonunda işin içinden kendi başına çıkamayacağını anlar ve devrin ilim, irfan ve fikir alimlerinden süt kardeşi Beşiktaşlı Yahya Efendi’ye bir mektup yazar: “Devletimin akıbeti ne ola ağabey?” der. “Siz ilahi sırları bilirsiniz. Ne olur kerem edip bizi sevindirseniz. Bir devlet hangi halde çöker? Bize bunun haberini verseniz.”
Yahya Efendi, birkaç gün düşündükten sonra süt kardeşine bir mektup gönderir. Mektupta, “Neme lazım be Sultanım.” yazmaktadır. Sultan bunun manasını çözemez ve Yahya Efendi’nin dergahına varır. Mektupta yazılanın manasını sorar. Yahya Efendi açıklamaya başlar: Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık artık aşikar olsa işitenler de ‘neme lazım’ deyip geçse; sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa; fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa bu feryadı taşlardan başkası duymasa işte o zaman devlet çöker. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve güveni sarsılır. Bütün bunlar ‘neme lazım’ demeye başlayınca gerçekleşir. Bunun için ‘neme lazım’ dememek gerekir.
Kanuni tüm bu sözleri gözyaşları içinde dinledi ve kendini uyaran sütkardeşine teşekkür etti. 46 yıllık hükümdarlığı boyunca bir kere bile ‘neme lazım’ demedi.
Peki biz? Peki günümüzde? Size de Yahya Efendi bugünleri anlatmış gibi gelmedi mi?
Büyükleri bırakın şimdi bir kenara, bizler ne kadar çok ‘neme lazım’ diyoruz değil mi? Belki sözlerimizle değil ama tüm hayatımızla ki bence bu en vahimi. Sokakta aç gezen hayvanlara ağzımızla üzülüyoruz, kalben de üzülüyor olsak bir adım atarız değil mi? Her yerde şiddet, taciz , istismar var. Peki biz ne yapıyoruz? Klavye başında yargı dağıtıyoruz hepsi bu. Komşularımızdan haberimiz var mı? Her gün bir yerlerden kadın çığlıkları yükseliyor ve bizler ‘neme lazım’ diyen bir tepkisizlik içinde bizim feryat edeceğimiz günü bekliyoruz. Türkiye’de milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyor ve hiç kimse kendinden başkasının karnının açlığını tokluğunu düşünmüyor. Benim aylardır derslere giremeyen ‘evet evet giremeyen’ öğrencilerim var. Bir kişi de çıkıp madem böyle bir ihtiyaç var o zaman ben karşılayayım demedi. Böyle bir dönemde kaç kişi evindeki interneti ihtiyacı olan bir öğrenci ile paylaştı? Sobalı evde yaşayan sadece bir tek odada soba bulunan derslere bazen giren, girince de o gürültülü odada hiçbir şey anlamayan öğrencilerim var benim. Eminim sizlerin çevrenizde de var. “Benim çocuğum ısınsın da, benim çocuğum doysun da, benim yeni bir kıyafetim daha olsun da, ben şu arabayı değiştireyim de, ben ben ben ben ben…” bunlar bizim farkında olmadan içimize sinen ve her seferinde “neme lazım” dediğimiz birkaç şey sadece.
Kanuni’nin gözyaşları içinde dinlediği ve gelmesinden korktuğu o dönemi yaşıyoruz tepeden tırnağa. Bu zor dönemde bile anlayamadık ben değil BİZ olduğumuzu. Halbuki Allah bunu bize silkelenmemiz ‘neme lazım’larımızı unutmamız için bir fırsat olarak çıkartmıştı karşımıza. Kadınlar ölüyor, insanlar köle gibi çalıştırılıyor, çocuklar aç, çocuklar üşüyor, herkesin bir çaresizliği ve acizliği var ve imkanı olanlar kör, sağır ve dilsiz. Efendimiz ne diyor: “Zulme sessiz kalan, zulmü yapan gibidir.” Umarım bu yazıyı okuduktan sonra “Acaba ben zalim miyim?” diyen bir kişi olsun çıkar içimizden. Çünkü kulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi yumduğumuz her hususta sadece sıranın bize gelmesini bekliyoruz. Neme lazım demeyi bırakmalı, korkmamalı ve bugünümüze-yarınımıza-komşumuza-akrabamıza-sokağımızdaki kediye/köpeğe-yaşlıya-yetime-öksüze-yalnıza sahip çıkmalıyız. Dünyanın geçici olduğunu, paranın pul olduğunu, sağlıktan daha muteber bir nesne olmadığını daha anlamadık mı dostlar? Daha başımıza ne gelsin uyanmamız için? Yoksa aman be Umay ‘neme lazım’ mı diyorsunuz şimdi? Eee o zaman sıra size geldiğinde birilerinin de sizin için ‘neme lazım’ diyeceğini bilerek yaşayın bundan böyle. Selametle…